PASTANIN KİMYASI
Pastanın da kimyası olur mu demeyin? Kimya hayatımızın içinde her yerde aslında. Yapılan her pastanın uygulanan bir reçetesi var aynı kimya deneylerinde ki gibi.. ölçüsü ölçüsüne sırası sırasına uygulaman lazım bir bir ve sabırla.. sonuçta kimyacıdan pastacı olma yolunda ilerlerken mutfağımda aynı laboratuvardaymışım gibi titiz çalışma edaları.. :) ne güzel.. benim gibi pastalara merak salmış bi kimyacı bulmuş olacak ki amonyaklı pasta yapmışlar biliyo musunuz? internette arayabilirsiniz karşınıza baya bi şey çıkacak emin olun. velhasılı; pastacı olma yolculuğumun başında kendimi tanıtma fırsatı bulduğum bi site var. sizinle onu paylaşmak istedim. belki pastalarımı incelemek istersiniz.
https://armut.com/hizmetveren/pastasandigi-antalya-kepez-butik-pasta-ve-kurabiye_264193
Kimya'nın hayatımızdaki önemi
22 Ocak 2017 Pazar
6 Kasım 2016 Pazar
ASİT YAĞMURLARI
Asit yağmurlarının olumsuz etkisi ilk defa 1970’lerde Avrupa ülkelerinde, özellikle Almanya’da ormanlar ve İsveç’te göller üzerinde görülmüştür. Asit yağmurlarının olumsuz etkisi, son yıllarda ülkemizde de hissedilmeye başlanmıştır. Asit yağmurları sonucunda insanlar, bitkiler, hayvanlar, kısacası bütün canlılar, sanatsal ve tarihî yapılar zarar görür.
Peki asit yağmurlarını en aza indirebilmek için neler yapmamız gerekir?
Öncelikler asit yağmuruna neden olan gazların üretimi
azaltılmalıdır. Bunun için de;
1- Fosil yakıtlar yerine doğal gaz gibi kükürt ve azot içermeyen
yakıtlar kullanılmalıdır. Alternatif enerji kaynaklarından daha fazla
yararlanılmalıdır.
2-
Motorlu taşıtların bakımları zamanında yapılmalıdır.
3-
Ağaçlandırmaya önem verilmelidir. Özellikler kışın yaprak döken ağaçlar tercih
edilmemelidir.
4-
Fabrika bacalarına filtre takılarak zararlı gazların havaya karışması
önlenmelidir.
5-
Toplu taşıma araçları yaygınlaştırılmalıdır.
Asit yağmurlarıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için bakınız; https://genelkimyaiki.wordpress.com/asit-yagmurlari/
Asit yağmurlarıyla ilgili daha ayrıntılı bilgi edinmek için bakınız; https://genelkimyaiki.wordpress.com/asit-yagmurlari/
5 Kasım 2016 Cumartesi
POLİMERLERİN GERİ DÖNÜŞÜMLERİNİN ÖNEMİ
Polimer, küçük basit moleküllerin devamlı olarak birbirini takip etmesi sonucu oluşan makro bileşiklerdir. Polimer kelimesindeki poli ön eki, çok anlamında; -mer son eki ise parça anlamındadır.
Polimerler düşük üretim maliyetleri, kolay şekil almaları ve amaca uygun üretilebilmeleri nedeniyle her alanda yaygınlaşmıştır. Kauçuk, polietilen (PE), polietilen teraftalat (PET), kevlar, polivinil
klorür (PVC), politetraflor eten (TEFLON), polistiren ve akrilikler hayatımıza giren polimer örneklerindendir.
Polimerlerin doğada meydana getirdiği en büyük problem organik maddeler gibi çürüyüp parçalanmamalarıdır. Çok büyük miktarlarda kullanılan plastik malzemeler kullanım sonrası çevreye atıldığında çürümez, paslanmaz, çözünmez, biyolojik olarak bozunmaz ve doğada bozunmadan uzun yıllar kalır. Suyun ve toprağın kirlenmesine neden olur. Sulardaki canlılara zarar verir hatta ölümlerine neden olur. Kullanım dışı kalan plastik atık malzemeleri karada 2000 yılda, denizde 450 yılda ancak yok olmaktadır. Hem bu olumsuzlukları ortadan kaldırmak hem de ekonomiklik sağlamak için polimerlerin geri dönüşümlerinin yapılarak tekrar kullanıma sokulmaları gerekir. Bazı polimerler su ile hidroliz olur yani monomerlerine ayrışır. Elde edilen monomerler tekrar üretim amacıyla kullanılırlar. Birçok kez yumuşatılıp sertleştirilebilen plastikler tekrar kullanılmaya elverişlidirler. Plastikten yapılmış bir üründe geri dönüşüm sembolü varsa bu geri dönüşüm logosunun içerisinde bir sayı belirtilir. Bu sayı 1 ile 7 arasında olup plastik maddenin ne tür ham maddeden yapıldığı hakkında bilgi verir.
Kullanım dışı kalan
polimerlerin tekrar kullanıma kazandırılması günümüzde büyük bir öneme sahiptir. Doğal kaynakların hızla yok
olması, doğanın kirlenmesi ve yaşam üzerindeki olumsuz etkilerin belirginleşmesi sonucunda
çevre ile ilgili kaygılar artmıştır. Polimerlerin; Dönüşümleri bazen yüzyıllar
alan polimerlerin çevreyi kirletmelerinin önlenmesi, Çoğu petrol türevi olan
polimerleri sıfırdan üretmek yerine dönüşümleri ile enerji tasarrufunun
sağlanması, hammadde ihtiyacının
azalması, nüfus artışı ile tüketim
arasındaki dengeyi korumak gibi avantajları vardır.
Çevre faktörü dikkate
alınmadan gerçekleştirilen endüstriyel gelişmeler, özellikle gelişmiş ve
gelişmekte olan ülkelerde büyük olumsuzlukların ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
Polimer üretiminin yüksek rakamlara ulaşması ile polimer atık problemine, çöp
merkezlerine uygun depolama, geri kazanım ve yakma gibi yöntemlerle çözüm
aranmaktadır. Polimerler inşaattan elektrik/elektronik sektörüne, mobilya ve
otomobilden tarım sektörüne kadar çok geniş bir kullanım alanına sahiptir. Bu
nedenle özellikle katı polimer atıklar için işlenme yöntemleri
geliştirilmektedir. Kontrollü şekilde yakma, toprağa gömme ya da geri dönüşüm
bu yöntemlerdendir. Polimerlerin geri dönüşüm süreçlerinde oldukça önemli olan geri
dönüşüm sembolleri kullanılır:
Mümkün olduğunca evdeki polimer malzemeleri geri dönüşüme kazandırmaya çalışmalıyız. Ya da plastik şişe gibi malzemelerle geri dönüşüm projeleri yapabiliriz.
Farklı fikirler için;
4 Kasım 2016 Cuma
NEDEN TESTLERDE 2B KALEM KULLANIYORUZ?
Hepimiz biliriz; ÖSYM’nin yaptığı testlerde öğrencilerin 2B kurşun kalemler
kullanmaları istenir. Bir ara bunun üzerinde o kadar duruluyordu ki,
dershaneler bile uçlu kalem düşmanı kesilmişlerdi. Bugün bile ÖSYM hazırladığı
sınavlarda öğrencilere verdiği paketlere 2B kurşun kalemler ekliyor. Peki 2B
kurşun kalemlerin “olayı” neydi?
Aslına bakarsanız, kurşun kalemlerin bir çok numarası var. Ama biz kurşun kalem deyince okuldan kalma alışkanlıkla
“2B”yi hatırlıyoruz. Kalem üreticileri 1, 2, 2½, 3, 4 numara kalemler
üretiyorlar. Bazen ihtiyaca göre ara numaralarda kalemler ürettikleri de
oluyor. Numara yükseldikçe, kurşunun sertliği de artıyor. Böylece kağıt
üzerinde bıraktığı iz açılıyor. Mesela 1 numara kurşun kalemler daha koyu bir
iz bıraktıkları için, yayıncılıkta kullanım alanı buluyorlar.
Üretimdeki bu kategorileme 1794’te Nicolas-Jacques Conté tarafından geliştirilen kalemlere göre belirlenmişti. Conté’dan önce, kalemlerin sertliği üreticiden üreticiye veya yöreden yöreye değişiyordu. O zamanlar kurşun kalemler, tahta bir gövdenin içine ham grafit doldurularak yapılmaktaydı.Conté’un yöntemi, toz haline getirilmiş grafitin ince kil ile karıştırılmasına dayanıyordu. Bu karışım, uzun bir silindir haline getiriliyor ve fırınlanıyordu. Kilin grafite oranı, kurşun kalemin sertliğini belirliyordu.
Yöntemde hemfikir olunsa da, zamanla kalemlerin sınıflandırılması ve isimlendirilmesi konusunda farklılıklar oluştu. Bugün ABD’de ve bir çok ülkede, genel amaçla (yazı yazmak vs) kullanılan kalemlerin sertliğini simgeleyen numaralar kullanılıyor. Grafik ve ressam sanatçılarının kullandıkları kalemlerde ise isimlendirme biraz daha karışık. İsimlendirme, HB Grafit Ölçeği olarak bilinen bir ölçekle, numara ve harflerden oluşacak şekilde yapılıyor.
“H” sertliği, “B” ise siyahlığı simgeliyor. Ölçeğin alt noktası 9H, ki ismi çok sert ve açık iz bırakan bir kalem olduğunu söylüyor. Ölçeğin diğer ucunda ise 9B var. 9H’nin aksine çok yumuşak uçlu ve çok koyu iz bırakan bir kurşun kalem türü. Ölçekte görülen “F” ise, kalemin çok sivriltilebildiğini gösteriyor. Ölçeğin orta bölümü, günlük hayatta kullanılan kalemleri kapsıyor: B: 1 numara kalem, HB: 2 numara, F: 2½ numara, H: 3 numara, 2H: 4 numara.
Peki, başlıktaki soruya gelecek olursak, neden testlerde 2B kalem kullanmak gerekiyor?
Optik okuyucular, formlarda karalanan cevapları okurken kurşun kalemin kağıt üzerinde bıraktığı izin elektriksel iletkenliğinden yararlanıyorlar. Optik okuyucuların erken dönemlerinde, henüz yeterince gelişmemiş olan bu cihazlar, çok sert kalemlerle doldurulan optik formları okuyamıyorlar. Mesela 3 veya 4 numara kalemler genellikle hatalı sonuç alınmasına sebep oluyorlar. 1 gibi yumuşak kalemlerle karalanan boşluklar ise kolayca dağılıyor, bu sebeple optik formlarda kullanılması sakıncalı. Geriye 2 numara HB ve 2B kalıyor. Daha iyi sonuçlar verdiği düşünüldüğü için ise 2B'nin HB den daha fazla tercih edilmesine sebep oluyor.
3 Kasım 2016 Perşembe
KOZMETİĞİN TARİHÇESİ
Kozmetiğin tarihçesi çok eskilere, Adem ve Havva'ya dayanır. Yani insanlığın doğuşu ile başlar. Bu da bize insanlarda güzellik, güzel olma, bakımlılık konusunun ne kadar önemli olduğunu gösterir. Kemik tarakla Havva saçlarını tarayarak, Ademe güzel görünmek istemiştir. Maden devrinde insanlar; levhaları cilalayıp ayna olarak kullanmışlar ve böylece güzellik tutkularını ortaya koymuşlardır.
Kozmetik ve Makyaj Mısır'da doğmuştur. Firavunların çeşitli kokulu yağlarla yağlanarak, bal, süt, parfüm kokulu mücevherlerle süslenip, mumyalanarak, yanlarına da ayna konularak gömüldüklerini ve ruhun bedende kaldığını açıklayan tarih bilginleri, kozmetiğin daha M.Ö. ki yıllarda, insanlar için önemini ortaya koyar.
Mistik özelliği olan koku; Doğu kültürünün bir ürünüdür ve daha sonra batıya yayılmıştır. Doğu insanının, tanrıları mutlu etmek için; kokulu çubuklarla, odunlarla dinsel ayinler düzenleyip, terapetik, mitolojik uygulamalarla, ruhların bu güzel kokular içinde, daha iyi dinlenebileceyi düşüncesini ortaya koymuşlardır. Truvalı Helen güzelliğini ve çekiciliğini, büyücünün ona verdiği güçlü kokuya borçludur. Onunla Paris'i büyülemiştir. Mısırlı kadınlar masaj yaparak, sağlıklı olmak yolunu seçmişlerdir. M.Ö. 1350'lerde yaşayan mısır kıraliçesi Nefertiti kaş ve gözlerini kömür, kükürt karşımı ile çizerek boyar, Kleopatra yüzüne maske yapar, bal, süt, yumurta karışımlarından oluşan bu maskeyi, bir süre sonra temizlerdi. Ayrıca çeşitli bitkilerle ve sütle banyo yaparak güzelleşmiştir.
M.Ö.460 - 370'li yıllarda; Sokrates, bulduğu kozmetik formülü, tıbbi açıdan değerlendirmiştir.
Papatya suyuyla pürüzleri gidermek, saç açmak, sütle portakal ve limon kabuğuyla ciltteki pürüzleri gidermek Romalı'ların buluşudur.
Banyo Arap'ların buluşudur. Haçlı seferlerinde Avrupa banyoyla tanışmıştır. Uzak doğunun koku ve baharatları, ipek, taş ve takılarını öğrenmişlerdir.
Rönesansla; Avrupa'da kozmetik alanında büyük gelişmeler olmuştur. Saçlar, gözler, banyo olayı ön plana çıkmıştır.
XIV.Louis çıkarttığı yasa ile; kadınları güzellik konusunda yarattığı şekle sokarak, kazıtılmış kaş, kazınmış saçlar, boyalı kirpikler, küçük ve boyalı dudaklar, boynu ortaya çıkaran dekolteler ve sarı bukleli saçlarla, aynı tip kadınlar yaratmıştır.
17.ci yüzyılda; pudralı, benli ciltler modadır. Peruk günün modasıdır. 18.ci yüzyılda; Parfümlü yelpaze ve mendiller, hanımların vazgeçemedikleri tutkularıdır. Kat kat sürülen pudra ve pembe yanaklarla, kimin sağlıklı, kimin sağlıksız olduğu anlaşılmadığı için, verem alabildiğine çağa damgasını vurmuştur. Açık tenin moda olduğu ve bu nedenle, güneşten yararlanılmadığı için hastalıklar alabildiğince artmıştır. Tıbbın öngördüğü ve din adamlarının da onayladığı banyo olayı, pahalı olması nedeniyle terkedilmiştir. Çünkü banyo o devirde sadece zenginlerin yararlanabileceği bir lükstür.
1945'lerden sonra, kaşlar alınıp, saçlar kısalmış, gözler farlarla belirginleştirilmeye başlanmış, kırmızı renkli dudaklar ön plana geçmiştir. Amerika, Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya gibi ülkelerde kozmetik kuruluşlar ve bunların dünyadaki şubeleriyle, kozmetik ürünler üretilmeye başlanmıştır. Kısa zamanda bu kuruluşlar sayısız hale gelmiştir. 21.yyılda kozmetik doruk noktasına ulaşmıştır.
Ülkemizde de bir çok yabancı - yerli kozmetik kuruluşlar ve şubeleri vardır.
Ayrıca bugün dünyanın bir çok ülkesinde kozmetikle ilgili fakulteler, yüksek okullar, kozmetik eğitimi yapan, devlet ve özel sektöre ait eğitim kurumları vardır. Bunlardan bir tanesi ve ülkemizde tek olanı; Kocaeli Üniversitesi Kozmetik Teknolojisi bölümü adı altında 1998'de açılan 2 yıllık bir önlisans bölümüdür.
2 Kasım 2016 Çarşamba
EVDE SABUN YAPMAK İSTER MİSİNİZ?
Bugün size rahatlıkla bulabileceğiniz malzemelerle evde renkli, hoş kokulu sabunlar nasıl yapabiliriz onu paylaşacağım. Eminönü, tahtakale gibi merkezlerden çok daha çeşitli malzemeler bulabilirsiniz. İster hijyen amaçlı ister dekoratif amaçlı kullanabilir, isterseniz de sevdiklerinize hediye olarak verebilirsiniz.
NOT; Hava kabarcıklarını önlemek için kullanılan saf alkol yerine kolonya da kullanabilirsiniz.
1 Kasım 2016 Salı
GIDA MADDELERİNDEKİ TEHLİKE
Her ne kadar kimyanın hayatımızdaki yerini göz ardı edemesek de gıdalarda kullanılan bazı katkı maddelerinden uzak kalmamız lazım.
Gıdaların üzerinde “Hiçbir koruyucu madde içermez” yazısı “Hiçbir katkı maddesi yoktur” anlamına gelmiyor. Örneğin: “Hiçbir koruyucu madde içermez” diye etiketlenen hazır çorbalarda MSG adlı lezzet arttırıcı katkı maddesi bulunuyor.
Her yıl binin üzerinde yeni kimyasal katkı maddesi gıda sektöründe, raflarda ve dolayısıyla bedenimizde yer alıyor.
BU KATKI MADDELERİNİN ÇOĞU ETİKETLERDE BİRTAKIM KODLARLA YER ALIYOR.
Bunların hepsi sağlığa zararlı ama bazıları diğerlerinden çok daha fazla zararlı.
İşte mutlak olarak kaçınmamız gereken on katkı maddesi listesi:
1-) Aspartam (Nutrasweet ve Equal olarak da biliniyor)
Suni tatlandırıcılar gıda değil kimyasaldır. Aspartam başlangıçta böcek öldürücü olarak imal edilmişti.
Tüm diğer gıda ve gıda katkı maddelerinin toplamından daha fazla yan etkisi vardır.
Baş ağrısı, baş dönmesi, unutkanlık, eklem ağrısı, bulantı, uyuşukluk, kas spazmları, şişmanlık, depresyon, korku atakları, huzursuzluk, konvülsiyon, uykusuzluk, görme kaybı, işitme kaybı, kulak çınlaması, yorgunluk, tat kaybı, Parkinson, çarpıntı, nefes darlığı, cilt döküntüleri, MS (Multipıl Sıkleroz) gibi hastalıkların yanı sıra beynin işleyiş sürecini yavaşlatır, kanseri tetikler.
Özellikle zayıflamak için suni tatlandırıcı kullananların bilmesi gereken önemli bir etki de metabolizmayı yavaşlatarak aslında daha fazla yağ biriktirmeye neden olması. On binden fazla gıda maddesinde kullanılıyor.
2-) Yüksek Fruktoz Mısır Şurubu
Kötü kolesterol seviyenizi (LDL) hızla yükseltir ve diyabet hastalığının oluşmasında rol oynar. Kansızlık, kalp büyümesi ve obeziteye de neden olur.
Ketçap, krema, kola, gazoz, şekerleme, hazır çorba, çikolata, gofret, puding, hazır kek gibi özellikle çocukların sıkça tükettikleri gıda değeri olmayan besinlerde bolca kullanılır.
3-) Monosodyum Glutamat (MSG) ya da E621
MSG lezzet arttırıcı bir eksitoksindir. Eksitoksin, hücreleri aşırı uyarır. Bu da hücrelerin zarar görmesine ve ölmesine neden olur.
Yol açtığı hastalıkları şöyle sıralayabiliriz: merkezi sinir sistemi tahribatı ve buna bağlı olarak Alzheimer, Parkinson, Huntington hastalıkları, sara (epilepsi), retinal dejenerasyon (göz retina tabakası hasarı), yağ birikimi, doyma mekanizmasında bozukluk, obezite, büyüme hormonu baskılanması, pankreas hasarı, ensülinde artış ve buna bağlı olarak diyabet; ayrıca böbrek ve karaciğerde hasar yaratır. Baş ağrısı, bulantı, ishal, terleme, göğüste sıkışma, boyun arkasında yanma gibi belirtiler ortaya çıkabilir.
Piyasada tüm cipslerde MSG var; hatta güvenli ve doğal olduğunu iddia edenlerde bile. Uzakdoğu yemeklerinde (Çin ve Japon mutfağı) çoğu soya sosunda, hazır çorbalarda, hazır soslarda, hazır gıdaların hemen hepsinde, gofretlerde, bazı katı yağlarda yaygın olarak kullanılıyor.
Etiketlerde glutamin, glutamat, MSG ve monosodyum glutamat olarak yer alan bu zehir, tatlı-tuzlu her türlü yiyeceğin lezzetini arttırdığı için gıda üreticileri tarafından bolca kullanılıyor. Tehlikeleri halk tarafından bilinmeye başladığından beri bazı üreticiler etikette E621 yazarak gerçeği saklama yoluna gidiyor.SAYFA-BOLUMU
4-) Trans Yağ
Trans yağ, kötü kolesterol (LDL) seviyesini yükseltir. Kalp krizi, kalp rahatsızlığı ve inme riskini ciddi ölçüde arttırır.
Trans yağlar bağışıklık sistemini zayıflatır, ensülin direncini arttırır, karaciğeri ve üreme sistemini etkiler. Gebelerde düşüğe, doğum ağırlığına neden olur ve anne sütünün kalitesini bozar. Hücre zarına da zarar verir.
Trans yağlar sürülebilir kahvaltılık yağlarda, margarinlerde, katı ve kızartma yağlarında, hazır hayvansal gıdalarda, bunlara bağlı olarak, kızartılmış gıdalarda, fırıncılık ve pastacılık ürünlerinde, tart, pasta, bisküvi, pizza hamuru, kek, çikolata, gofret, cips, salata sosları, hamur işi, kraker, hazır köfte, tatlılar, katı yağlar ve birçok fırınlanmış yiyecekte bulunur.
Gıda etiketlerinde “hidrojenize yağ” içerdiği belirtiliyorsa bunun anlamı trans yağ içerdiğidir.
5-) Yaygınca Kullanılan Gıda Boyaları
Yapay gıda renklendiricileri çocuklarda davranış bozukluklarına ve önemli ölçüde IQ seviyesinin düşmesine yol açıyor. Hazır gıdalarda bol bol kullanılıyor. Sayıları o kadar çok ki her birinin zararlarını burada yazmaya dosyalar yetmez.
Size midenizi bulandıracak bir örnek vereyim. Carmine (E120) adında bir gıda boyası var. Özellikle salam sucuk ve sosislerin canlı, kırmızı rengini vermekte kullanılıyor. Ev yapımı sucukların kahverengi olmasına karşın hazır sucukların o iştah açıcı görüntüsünü sağlıyor. Bu boya, bir çeşit bitten elde ediliyor. Şeker ve çikolata üretiminde tekstil boyaları kullanan firmalar bile var.
Tükettiğiniz gıdalar;
- Sunset yellow (E110)
- Tartrazin ( E102)
- Karmoisine (E122)
- Panceau (E124)
- Quinoline (E104)
- Allura red (E129)
- Sodyum Benzoat (E211)
gibi katkı maddeleri içeriyorsa dikkatli olun.
Meyve ezmelerinde, gazlı içeceklerde, hazır pudinglerde, toz kremalarda, çorbalarda, soslarda, dondurmada, tatlılarda, sakızda, jellerde, marmelatlarda, meyveli yoğurtlarda, reçellerde, ketçap, mayonez ve hardalda bu tür boyalar bulunuyor.
6-) Sodyum Sülfit
Etiketlerde E250 koduyla yer alan raf ömrü uzatıcı koruyucu madde işlenmiş et ürünlerinin (şarküteri) vazgeçilmezi. Özellikle çocukların bolca tükettiği tost, pizza gibi ürünlerde kullanılan sosis, salam, sucuk, pastırma gibi işlenmiş etlerde bulunur. Hazır baharat ve köfte karışımlarında da bulunur.
Sülfit duyarlılığı olanlarda baş ağrısı, nefes problemleri, kaşıntı yaratır. Nadir durumlarda da olsa ölüme bile neden olabiliyor. Pankreas kanserini yüzde 67, lösemi riskini yüzde 700 oranında arttırıyor. Başta kolon kanseri olmak üzere her çeşit kanseri tetikliyor. Çocuklarda beyin tümörü oluşturuyor.
Sodyum nitrit; özellikle cenin, bebek ve çocuklar için tehlikelidir.
Bu zararlar E220, E222, E223, E224, E225 ile E249, E251, E252 diye belirtilen kodlar için de geçerlidir.
7-) Sodyum Nitrat/ Sodyum Nitrit
Bu raf ömrü uzatıcı koruyucu madde işlenmiş gıdaların bir başka vazgeçilmezi. Değişik kanser türleriyle bağlantısı var. Kullanım alanları ve zararları sodyum sülfit ile benzerlik taşıyor.
8- BHA ve BHT
Bütilat Hidroksi Anizol (BHA) ve Bütilat Hidroksi Toluen (BHT) adlı koruyucu maddeler beyninizin sinir ağını etkiliyor, davranış değişikliklerini ve kanseri tetikliyor.
Katı ve sıvı yağların bozulmasını, küflenmesini önlemek için kullanılıyor. Tahıl ve tahıl ürünlerinde, sakızlarda, bitkisel yağlarda, patates cipslerinde, tazeliğini muhafaza etmek için bazı paketlenmiş gıda maddelerinde kullanılmaktadır.
9-) Sülfür Dioksit
Sülfür içeren katkı maddelerinin Amerika’da çiğ sebze ve meyvelerde kullanılması yasaklanmıştır. Yani bunun zehir olduğu gerçeğini daha fazla görmezden gelemeyince hiç değilse çiğ gıdadan çıkaralım demişler.
Yan etkilerinin içinde bronş problemleri, düşük kan basıncı ve anaflaktik şok var.
Sülfitler göğüste sıkışma, kurdeşen, karında kramp, ishal, kan basıncı düşmesi, başta yanma hissi, halsizlik, nabız hızlanması gibi bulgulara neden olur. Ayrıca sülfitler, bunlara duyarlı astımlılarda astım atağını tetikleyebiliyor.
SO2, sülfitleyici maddeler (sülfür dioksit, sodyum veya potasyum sülfit, bisülfit, metabisülfit) olarak da bilinirler. Gıda koruyucusu olarak ve fermente içeceklerde kullanılır. Fırınlanmış ürünler, çaylar, çeşniler, deniz ürünleri, reçeller, jöleler, kurutulmuş meyveler, meyve suları, konserve ve suyu alınmış sebzeler, dondurulmuş patates ve çorba karışımlarında ve içeceklerde bulunur.
Birçok restoranın salata barında yüksek düzeyde sülfit mevcuttur.
10-) Potasyum Bromat
Bu katkı maddesi, ekmek yapımında ve unlu mamullerde hacmi arttırmak ve ekmeğin rengini beyazlatmak için kullanılıyor. Hayvanlarda kansere neden olduğu biliniyor. Az miktarları bile insanlarda değişik problemlere yol açıyor. ABD ve Japonya dışında bütün dünyada kullanımı yasaklanmış bir maddedir.
Bazı un üreticileri, irmik altı diye adlandırılan kalitesiz unlara kanserojen etkisi yüzünden katılması yasak olan benzol peroksit ve potasyum bromat gibi bazı katkı maddelerini ekleyerek, rengini beyazlatıyor ve ekmeklik unmuş gibi fırınlara pazarlıyor.
Bu katkı maddeleri çakmak tutulduğunda ekmeğin benzin dökülmüş gibi alev almasına yol açıyor. Beyaz ekmekten uzak kalmamızda yarar var.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)